1980 kuşağının güçlü kalemlerinden olan Nilgün Marmara, Balkan göçmeni bir ailenin kızı olarak 13 Şubat 1958’de İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Liseyi Maarif Koleji’nde tamamladıktan sonra bir müddet İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne devam etse de o dönemde İstanbul Üniversitedeki öğrenci profilinin hâkim olduğu sağ görüş, özellikle babasının etkisiyle Marmara’nın sempati duyduğu sol görüş ile örtüşmemekteydi. Üniversitedeki siyasal ve sosyal ortamdan rahatsızlık duyan Marmara, ertesi yıl tekrar sınava girerek Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyat bölümüne başladı. Burada, üniversite öğreniminin yanında yaşamı boyunca etkisi altında kaldığı Sylvia Plath üzerine incelemeler yapmaya başladı. 1982 yılında evlendiği endüstri mühendisi eşi Kağan Önal’ın işi dolayısıyla çöl havası taşıyan Libya’ya taşınmaları Nilgün Marmara’nın psikolojisinin bozulmasına yol açmıştır. İstanbul’a döndükten sonra psikolojik sorunları had safhalara ulaşan şair, 13 Ekim 1987’de evinin penceresinden atlayarak intihar etmiştir.
Gelin sizlerle intiharına kadar onun ruhsal yapısını oluşturan bazı dinamiklere, devamında intiharına neden olan etkenlere ve genel psikolojisine bakalım.
Nilgün Marmara’nın şiirleri yabancılaşma, yalnızlık, gündelik hayattan nefret, anlamsızlık, neden yokluğu, ümitsizik, nihilizm, mutsuzluk, intihar düşüncesi, kadın sorunsalı gibi modernitenin pek çok varoluşsal sorununu içermektedir. Marmara’nın seçtiği konuların temelinde onun manik depresif hastalığının olabileceği yadsınmamalıdır. Kısaca yukarıdaki başlıklara baklım.
Şiirlerinin merkezinde kendisi olan Marmara, kendi benliğindeki yalnızlığı ve trajediyi yansıtır. Sanatçının bir insan olarak çektiği ızdırapların benliğini oluşturduğunu ve dünyayla ilişkilerine dair bir kaygıyı yansıttığı şiirlerinde açıkdır. “(…) Belki kendini yok etme de bir kendini koruma girişimi, sevgi görmek için atılan bir çığlık, mutlu olma olasılığının aranışıdır.” O, bu yorumunu, J. P.Sartre’ın “İntihar dünyada var olmanın bir başka yoludur” sözüyle destekler; “çünkü kişi bir eylem olarak ölümü seçtiğinde kendi varlığının farkına vararak, varlığının tanımını hiçlikle yapar.”
Ayrıca erken bilinçlenmenin bir sorunu olarak yoğun anlam yoksunluğu da yaşar. “Ben zıplamıyorum, her zamanki gibi durup duruyorum. N’aptırıp durursun? Durup dururum. (Gümüşlük ağzıyla)
“Canın Sıkıntı Sınırı” adlı yazısında“Ülkem yok, cinsim yok, soyum yok, ırkım yok ve bunlara mal ettirici biricik güç, inancım yok.” diyerek ölümü “hiçlik”te özgürleşmekle bir tutararak, açık bir nihilizm göze çarpar Marmara'da.
Freud’a göre sanatın gücü, bilinçaltında saklı duran ve gerçekleşmemiş isteklerin sanatın diliyle ifade edilebilmesi şeklinde ortaya çıkar. Şiirlerinde serbest çağrışımın imkân verdiği ölçüde bilinçaltını dışa vurur. Şaire göre, insanoğlunun başlıca sorunu, kendi yarattığı dünyaya kendini gizlemesi ve sevgiyi paylaşmamasıdır. Neredeyse bütün şiirlerinde yaşamı ölümden ayırmaz. Ona göre “ölüm yaşarken vardır, olmuştur; cesedi yakarak ondan kurtulmak gerekir”
S. Freud’un “Haz İlkesinin Ötesinde” başlıklı makalesinin tartışmalı tezlerinden biri, saldırganlığın, ölüm dürtüsünün başlangıçta bireyin kendisine yönelik olduğu, ancak sonradan savunmaya yönelik olarak dışarıya (başka insana) çevrildiği şeklinde özetlenebilir. Kısa bir anlatımla mazoşizm birincildir; ancak sonradan dışa çevrilerek sadizm hâlini alır. Freud (1910) kadın şairlerin ruhsal baskıyı daha çok hissettiklerini ve bilinçaltındakileri sesli dile getirecek kadar cesur olduklarını, bu yüzden intihara meyilli olduğunu söyler.
“Aile” şiirinde Marmara ölümü, zehirli güllerden iki göğsüyle eve dönmüş bir anne gibi düşünmüştür. Annenin göğüslerinden her ne kadar kan aksa da şair, onun kucağına sığınmak ister; çünkü bu kucak, ona sonsuz bir uykuya dalma olanağını sunar. Şair, çok sık kullandığı “gökkuşağı” imgesini bu şiirde de tekrar eder.
“Ölüm dönmüş eve
Ağulu güllerden
iki memesiyle.
Kan damlıyor
kan
uçlarından
−Dingin bir uykunun
ilk belirtisi−
Benim yalnız bakışım
herhangi bir gökkuşağının
çözülüp düşmesine tutkun.
Masum bir dileğini izler
Yeğin bir kasırganın:
Yas olmasın!
Yas olmasın”
Marmara, hayatı, ilahi boyutuyla anlamlandıran bir şair değildir; ama bu durum, onun evrenin ötesinde ne olduğunu hiç düşünmediği anlamına gelmez. Günlüğündeki bazı satırlardan, bu sırrı anlama çabası içinde olduğu anlaşılmaktadır: “Gökyüzüne dair bir şey yazılmadı, haritası çizilmedi henüz, ama geçenlerde buradaki evlerden birinin küçük çocuğuyla konuşurken ondan göğe doğru işaretler verir:
ÇOCUK: Kağan Amca’nın çalıştığı yerde bir işçinin üstüne taş düşmüş,
Fazıl Hoca hastaneye götürmüş.
“Ben– Ölmüş mü?
Çocuk – Yok ölmemiş.
Ben – Ne zaman ölecekmiş?
Çocuk – Ölmemiş ki, ölmeyecekmiş daha.
Ben – Sen ne zaman ölücen?
Çocuk – Biz yatıcaz, Allah bizi öldürecek, sonra, yukarıya alacak.
Ben –Nereye?
Çocuk – Yukarıyaa!!
Ben – Nereye?
Çocuk- (Konuşmaz) Parmağıyla gökyüzünü işaret eder”
Aşk-Mutsuzluk-Kimlik Sorunsalı
“(…) Üzgünüm aşağıladınız demekten, / hüznümü silebilecek birkaç sözcüğü nasıl da esirgediniz / diye sormaktan, bu bilinçli ya da bilinçsiz seçiminizin/ suskunluğu hızlandırıcı ve bütünleştiriciliğinin bana /umulmaz rahatsızlıklar verdiğini yadsıyamamaktan üzgünüm”
Yakınlarıyla yeterince bağ hissedemeyen Marmara, bunu açıkca şiirlerinde ifade eder.
“En yakın yabancı sendin, / Daha sürülmemişken ışığın biberi / yaramıza, / (…) Çözüldü aşkın zarif ipliği / (…) bilmedik çekenin yanlış bir uzaklık / olduğunu… Yabancıların en yakınıydın sen”
“Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum, kendime bir yer edinemiyorum, kendime bir yer… Kafatasımın içini, bir küçük huzur adına aynalarla kaplattım, ölü ben’im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden! Paniğini kukla yapmış hasta bir çocuğum ben. Oyuncağı panik olan sayrı yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir.
Yabancılaşma-Yalnızlık ve Gündelik Hayattan Nefret
Çağdaş toplumda yaşama anlam ve güven veren bütün bağlardan soyutlanmış birey, kendisini güçsüz hisseder. Bütünlüğü bozulmuş bir dünyada çaresiz kalmak, onda korku yaratır ve birey, kaçışı tercih ederek daha da yalnızlaşır. Ne var ki kaçış, kaybettiği güvenlik duygusunu geri vermez ona, yalnızca kendi benliğini ayrı bir varlık olarak algılamasına yardımcı olur. Yalnız olmaya dayanamadığı için, benliğini yitirmeyi seçer (Fromm, 1993: 203).
Marmara’da ölüm, umutsuzluk, yalnızlık, yabancılaşma gibi iç içe geçmiş fenomenler, ruhu saran bir bütünün halkalarıdır. Çocuksuluk ışıltısının yerini, soğuk bir varoluşa bırakması, sevincin neyi imlediğinin bilinememesi ve değerler şenliğinin uzak bir zamanda sanılmasının yaşamı aynılaştırması sonucu, yalnızlığın kaçınılmaz olduğunu anlar
Erich Fromm’a göre irade, insan yaşamında özgürlüğü imler. İnsanoğlu iradesini gerçekleştirmekle kendi bireysel benliğini gerçekleştirir ve bu benliğini gerçekleştirme, birey için doyumların en büyüğüdür.
S. Freud, ruhsal olgularda bilinçli ve bilinçsiz olanları ayırt etmenin psikanalizin koşulu olduğunu belirtir(2001: 75). Marmara’nın;
“Gerçekliğin benim düşlerimden bir anlamı yok. Öylesine ince delikli
bir ağ; bu üzerimize kapanan, kapanan, kapanan
Bu KAPAN!” (2016:398).
dizelerinde, gerçeğin ve düşün ayrımına varamadığı görülmektedir. O, bireyin, yaşam ile ölüm arasında bulunduğu sınır durumundadır.
Engin Geçtan, fazla fiziksel çalışma olmaksızın, bireyin sürekli bedensel yorgunluk yaşamasını, “varoluş sorumluluğundan kaçış mekanizmasıyla” açıklar. Bilinç dışında işleyen bir mekanizma sonucu kişi, kendisini gerçekten de yorgun hisseder (2019: 98). İntiharına yakın zamanlarda “düşünmekten aciz” olmakla birlikte son derece de mutsuz olan Marmara, kendi ruh hâlini şöyle ifade eder: “(…) çünkü asla kesilmek bilmeyen bir acı, hak edilmiş, tüm benliğimi saran bir acı, (…) çok yorgunum. (…) Tek bir cümle, artık kendisine olan olmuş insana güvence vermeye yeter mi ki? Bu dünyadan olmayan bir güvence gerekT.”
Pek az zamanı kaldı bu zora koşulmuş bedenimin,
Olduğum gibi ölmeliyim olduğum gibi…
Tüy, kan ve hiçbir salgıyı düşünmeden,
Kesmeliyim soluğunu doğmuş olmanın!
Bilir miydim yaklaşan karanlığı daha önceleri,
Son verilebilir yaşamın benimki olduğunu?
Şendim, şendim ben,
Kahkaham insanları ürkütürdü!
Genç yaşında evinin penceresinden atlayarak intihar eden Marmara; intihar mektubunda yazdığı cümleler sevgi dolu ama ümitsiz bir yürekle bu dünyadan ayrıldığının sağlam bir kanıtıdır:
“Çocukluğun kendini saf bir biçimde akışa bırakması ne güzeldi. Yiten
işte bu! Bu tükenişle hiçbir yeni yaşama başlanılamaz.”
Peki Ya Neden?
Gerish intihar olgusunu incelerken, intihara kalkışan veya edeni 3 çerçevede inceler: kültürel, aile içi dinamikleri, ve ruhsal tepkileri (ruhsal süreç).
Nilgün Marmra'nın intiharındaki en önemli sebeplerinden biri kültürel başlıkda; Türkiye'nin sahip olduğu sosyo-kültürel yapıdır. Onun çevresine yabancı hissetmesini, ataekil anlayışdaki ona dayatılan bir takım kadın rolleri (örneğin evlendirilmesi) dahil sosyal baskılardan ve iletişimsizlik dikkat çeker.
İntihar hakkında Marmara; “Peki ya toplumun kalıplaşmış normlarına, kişinin zihnini ve psikolojisini kurmak suretiyle mahveden kurallara, devletin rahatsız edici kanunlarına ne demeli.”
Marmara’nın şiirlerinde kadınlar da sorunlarıyla birlikte yer alır. Öyle ki kadınların her türlü acıya maruz kalması, onun intiharının uzak nedenlerinden biridir.
Aile içi dinamiklerini her ne kadar çok detaylı bilemiyor olsak da özellikle ataerkil topluma egemen olan erkek otoritesini yansıtan “baba” imgesi, onun şiirlerinde tutunamama fenomenine eşlik eder. Babanın aile üzerinde yıkıcı hâkimiyeti vardır ve korkulan bir figür olarak yaşama sevincinin yavaş yavaş tükenmesine sebep olduğu anlaşılmaktadır.
“Ben babamın yuvarladığı çığın altında kaldım. / Babamın çılgınlığı yüzünden yandım ve öldüm.” “Karadeniz’in önünde, babamın ağzında kayboldum. Ama Karadeniz’e benden üç kan damlası düştü; bunlar kanımın son damlasıydı”
Bütün Bu sözler; Depresyonun payı nedir?
İntihar girişimlerinde risk faktörlerine baktığımızda; kadın olmak, yakın zamanda gerçek ya da sembolik anlam taşıyan kayıplar, yakın çevre ile iletişim sorunları yaşamak, başta depresyon olmak üzere bir ruhsal sorunun bulunması gibi nedenlere rastlarız.
Yaygın bir ruh sağlığı sorunu olan depresyon ve bağlı olarak intihar davranışını açıklayan birçok kuramsal yaklaşımdan birisi de Beck’in bilişsel modelidir. Bu modele göre depresyona yatkın bireylerde, kendisine, dış dünyaya ve geleceğe karşı olumsuz beklentiler vardır. Bu tutumlar ve kavramlar kişinin düşüncesinde sistematik hatalara, olumsuz yargılara ve sessiz kabullenişlere neden olur. İntihar düşüncesinin yoğunluğu ve şiddeti ise geleceğe yönelik umutsuzluk derecesi ile doğrudan ilişkilidir. Bu bağlamda toplumsal kurumlar ve erkek egemen edebiyat dünyası Nilgün Marmara’nın depresyona yatkın kişiliğini etkileyen önemli faktörlerden olabilir. Örneğin, toplumsal ve ailevi baskılar nedeniyle kendini bir anda karşı durduğu evlilik kurumunun içinde bulmuştur. Bu evlilik nedeniyle Nilgün Marmara, Kaan Önal ile birlikte on altı aylığına Libya’ya yerleşecek ve buradaki baskı ortamı içinde hayatının en sıkıntılı dönemlerini geçirecektir. Marmara Libya’daki günlerinde yaşadığı yabancılaşmayı şu sözlerle ifade eder; “Bir taraf Gadard şantiyesi, bir taraf Altmann gölü bu garip mekânın ortasındaki ben Nilgün.”
Kaynakça
BULDUKER, G.(2020)Modernitenin Sonuçları Bağlamında Nilgün Marmara Şiirinde Varoluşsal Sorunlar; Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi 50. Sayı
ÇUBUKÇU, F- GÜVEN, M. (2014) PASTORAL ÇOCUKLAR: SYLVIA PLATH VE NİLGÜN MARMARA; HUMANITAS Sayı - Number: 4
Güz / Autumn, Tekirdağ