Rüzgarların uğultusunu hissettin mi hiç ? Yaprakların hışırtısının karanlığı nasıl delip geçtiğini, tekrar dalga dalga bir rüzgarın sonsuzluğa doğru esip gittiğini ? Bu rüzgarlar, benliğinin parçalarını toz taneleri gibi ayırışını, uykuyla uyanıklık arasında seni uyuşturduğunu ve kendini her şeye o kadar yakın olmakla bir o kadar uzak olmanın tam ortasında olduğunu, hissettin mi ?
Bu sözler uzun süredir aklımdaydı. Daha doğrusu bu his. Alabildiğine sarıp sarmalıyordu bazen beni, geceleri. Ve işin garibi de hep bu rüzgarlar yalnızlığa esiyordu, anıların bile giderek silikleştiği, kahkahaların ucundaki "A"ların kenarlarından ufalanarak tebessüme dönüştüğü, öfkelerden geriye çatık halde duran iki kaşın kaldığı, traktörlerden geriye ise sadece tekerlekleri.. Ve rüzgar şiddetini daha da arttırırsa, o tekerleklerin de tümsekleri kalır hale geliyordu. Annem bir tülbentmiş gibi, babamdan geriye ellerinde ki nasırlar kalıyordu. Babaannem buruşmuş bir yüze çoktan dönüşmüş iken, yüzündeki o sarkıntıların çukurları kalıyor gözümün önünde.
Perdenin odamda dalgalanışı bile bir duygu veriyor. Tıpkı bir dansçı gibi, baleci hatta, bale yapan birine ne denir ki ? Rüzgar tam bizim evin kenarından esip gidecek, komşunun duvarlarında yeni anlamlar bulmak üzereyken, yarım açık olan penceremizin içine dalmaya karar veriyor. Huu u u u u u ... Ve perde ise o esnada hazırlıklarını tamamlamış, zaten pencereyi tam kapatmıyor oluşuyla küçük küçük kıvrımlarının içine hava doluveriyor. Bir o yana bir bu yana dalgalanıyor, bazen yer ile olan mesafesi artıp odanın içinde yükseliyor bazen de rüzgarın "benden bu kadar" diyerek bir anda çekilmesiyle kapak misali pencereye yapışıveriyor.
Rüzgar odayı terk ettiği esnada bana tekrar kendime ve yaşantıma dair düşünme fırsatı vermiş oluyor. Ve bu terk ediş, tıpkı sahile vuran dalgaların hem biraz kum bırakıp hem de biraz kum çekmesinde olduğu gibi bazen biraz his götürüyor bazen de biraz his bırakıyor. Yalnızlık hissi. Bu öylesine net ve öylesine tek oluyor ki, tarif etmek de ne zorlanıyorum ne de alacalı kelimeler bulmaya çalışıyorum. Zamanın genişlediği ve tek'leştiği bir his.
O an; gölgelerin, asıl sahibinden daha gerçek geldiği, ayakkabıların ucundaki yırtıkların yıllarca kullanılmasından değil de sanki o ayakkabı zaten gerçekte o paspal, eski püskü haliymiş de sadece yıpranmaya zamanı varmış gibiydi. Ve alabildiğine bir hüzün kaplıyordu her yanımı.
Tam bu noktada durdum. Hüznün anlamını yakalamak için kendimi, zihnimdeki bütün grinin siyaha dönüşen noktalarını bulmaya çalışıyorum. Belki kelime benzerliğinden ama bir ışık huzmesi geliyor aklıma. Tek bir kanal, tek bir yön ve derinlere yayılan, genişleyen bir ışık. Siyahın griyle dans ederek karnıma kadar yayılan bir huzme. Ama çoğunlukla göğsümde biriken, yüreğimin kaldıramadığı, un ufak olduğum anların avutucu amirinin bile çaresizlikle kendini yere bıraktığı an'a geliyorum. Rüzgarların beni götürdüğü, yere. Yalnızlığa esen rüzgarların.
Uğultular, fısıltılara dönüşüyor bazen. Zamandan ve mekandan çekilmiş, bölük pörçük gürültülerin yarattığı enstantenenin için de, boşluğa yayılan bir hissin son kez tutunduğu bir kaç kırık dalıydı belki de bu duygu. Fısıltılar kulağa daha bir anlaşılır geliyordu o an.. Huuu yal uu nız uuu sınnnn. O fısıltının beni ürpertmesinin en büyük nedeni zaten bende hali hazır da olan kumları eşeleyip eşeleyip bana geri bırakışıydı.
Bu benim kendimle olan savaşımdı nihayetinde. İnsanlardan bana geriye kalanın anılar oluşu, her birinin bir duygu esintisiyle gözlerimin önünden, benim yazmak istediğim hikayemin satır araları olup gitmeleriydi mesele. Kiminin bana söylediği bir sözden sonraki gülüşü, bir diğerinin bakışıyla gözlerinin kenarında oluşan kıvrımlar, birinin adımlarının küçüklüğü, diğerinin saçları -kıvırcık saçları-, ve yerine göre hemen hemen hepsinde bir tebessüme aralanan dişler kalıyordu gözümün önünde. Bir bakış ve bir tavır kalıyordu. Her biri kendine has bir tavırla bir kaç saniyelik görüntüye hapsoluyordu. Sonra rüzgar, o bir kaç saniyeyi, kavakların arasında manzaraya doğru silkiveriyordu, yavaş yavaş.
O an hissettiğim teselliyi, teselli edesim geliyordu. Öylesine masum bir teselliyi. Umudun, umuduna şaşırıyordum. Ürpertinin, kendi omuzlarına yayılan titreşimi nasıl savuşturduğunu görüyordum. Bir kez daha esintilere aşık buluyordum kendimi. İzlere, intibalara ve bir rüzgarın yapraklara verdiği bir kaç kıpırtıda olduğu gibi, benim ruhumu okşamasına hayran kalıyordum. Ruhumdan esen rüzgarlara hayran kalıyordum. Şimdi o rüzgar; uzaklara doğru yayılmış, imgeyle an'ın dans edişine melodi tutturmaya çalışıyordu.