Psikoloji bir davranış bilimidir. İnsanın bir davranışını yapma nedenlerini açıklamak üzere farklı bakış açıları geliştirir ve bize; bir kişiyi ailesinden, çevresinden ve geçmişinden asla ayrı düşünülemez olacağını söyler. Mustafa Kemal olsanız bile... Gelin sizlerle Mustafa, Kemal olmadan önce neler olmuş, o daha doğmadan ailesi ne yaşamış, nasıl ruh haline sahip bir ev ortamına doğmuş ve bu ortam onda neler oluşturmuş, buna bakalım.
Mustafa Kemal ATATÜRK; Psikolojik Analiz-1
1880'ler.. Yer Selanik. Etnik çeşitliliğin hat safhada olduğu kozmopolit bir Osmanlı kenti. Ataerkil bir yapı hakim olan bu Türk şehrinde, ailede ki her üye bir dereceye kadar diğerinin psikolojik uzantısı. Toplumda baskın olan erkekler olsa da duygusal tonun belirleyicisi annedir. Geniş ailelerin kaçınılmazı. Anadolu'nun bugün bile en net aile ilişkisi örneğidir. Aile üyelernin barındırdığı korku ve endişe bir diğerine sirayet eder, bu korku bir diğerinin psikolojisini etkiler.
Dönemin gerilimi ve atmosferi nedeniyle bir takım olaylar sonucu canını kurtarmak için Makedonya dağlarına kaçmış, burada ölene kadar 7 yıl boyunca kaçak hayatı sürmüş "Firari" lakaplı Ahmet. Mustafa Kemal'in dedesi. Ali Rıza'nın ailesinin yolu tarihi olaylarla kesişmiş, kaos, gerilim ve eşkıya korkusu her zaman onları sarmıştır. Onun ailesinde böylesine temasın yarattığı heyecan, korku ve endişenin iç dünyalarında iz bırakarak, Mustafa'nın kuşağına aktarılan bir psikolojik etki yaratması aşikardır.
Zübeyde.. Mustafa'nın annesi. Trajedilerle dolu ergenlik ve ilk yetişkinlik yılları. Zübeyde evlendiğinde kocasından 18 yaş küçük, 12-13 yaşlarında olduğu tahmin edilmektedir. Henüz olgunluk çağını tamamlamayışı, geniş aileye karşı dayanıklılığını etkilemesi çok olağan görünüyor. O zamanlar geniş Türk ailelerinde yeni gelinlerin konumunu çocuk doğurma, özellikle erkek çocuk doğurma yeteneği belirliyordu. Zübeyde ilk çocuğunu 14-15 yaşlarında doğurdu. Cinsiyeti kızdı. Fatma'nın doğumundan 2 yıl sonra Ahmet, 3 yıl sonra Ömer dünyaya geldi. Ahmet'e firari dedesinin adının verildiği tahmin edilmektedir.
Zübeyde kocası Ali Rıza'dan uzun bir süre ayrı yaşamak zorunda kaldı. Genç ve tecrübesiz bir kız için bunlar zor zamanlardı. Kızı Fatma 3 yaşındayken bu dönemde öldü. İlk travma. Bu travmanın ardından bir arada yaşamaya başlayan çift, bir süre sonra Ahmet ve Ömer'i aynı yıl içinde kaybedecekti. Ahmet'in ölümüyle ilgili ailede anlatılan hikaye korkunçtur. Ölümünden sonra denize yakın bir yere gömülen küçük çocuğun cesedi, yükselen dalgalarla açığa çıkar ve cesedi çakallar tarafından parçalanır. Bir anne düşünün. Bu kadar erken yaşta evlendirilmiş, daha 20'sine gelmeden 3 tane evlat acısı yaşamış. Bunun travmatik boyutu tahmin edilemezdir.
23-24'lerine gelmiş Zübeyde 3 çocuğunun ölümü üzerine aklının bir köşesinde yeni doğacak oğluna karşı korumacı olmayı istemesini anlayabiliriz. Bunun yanında onuda diğer kardeşlerinin kaderini beklediğini dair kendini psikolojik olarak hazırlamış olabilir. O dönemler için neredeyse çift kişilikli bir kadın olarak hatırlanır. Canlı renklerde dantel işlemeli bluzlar, uzun etekler giydiği, kıvırcık saçlarına mücevher takan Zübeyde; -yas tutmayı inkar edişinin delili olabilir.- Diğer Zübeyde ise dindar, geleneklere sıkı sıkıya bağlıydı. Bazı adetleri açısından tam bir köylü kadınıydı. Evden uzakken geleneksel tarzda peçe kullanırdı.
Mustafa'nın Doğumu
Mustafa 1881 yılında doğmuştur. Resmi kaynaklarda hangi gün doğduğu belli olmadığı için 19 Mayıs'ı kendisi seçmiştir. Psikolojik olarak dağınık bir anneye sahip olarak dünyaya gelmiştir. Ali Rıza'nın küçükken kazara beşiğini ters çevirerek ölmesine yol açtığı henüz bebek olan kardeşi "Mustafa"nın adını kendi oğluna verdiği düşünülüyor. Böylelikle Mustafa'nın babası, ölen kardeşinin yerine konmuş bir çocuk olarak algılamış olabilir. Ki diğer ölen 3 kardeş de düşünüldüğünde bu daha olanaklı görünüyor. Ebeveynler çocukları doğmadan önce ölen başka bir çocuğun, akrabanın zihinlerinde taşıdıkları tasarımı, yeni doğan çocuğun gelişmekte olan kimliği üzerine yerleştirirler, sanki yeni doğan çocuk kaybedilen kişinin bir devamıymış gibi. Böylece yeni doğan çocuğa ölen kişiyi "canlı tutmak" gibi bilinçdışı bir görev verilmiş olur.
Zübeyde; Mustafa'yı emzirecek yeterli süte sahip olmadığı için onu siyahi bir süt anneye verdi. Fiziksel açlık çekmesede yeterli süt veremeyen, yas tutan bir anneye sahip olarak ilk psikolojik engellemelerini yaşayan Mustafa; babasının Selanik'e eve döndüğünde, zaman zaman eşkıyalar tarafından kaçırılmış, boğazını kesmekle tehdit edilmiş, zorluklarla dolu serüvenlerini, sınırda yaşadığı güçlükleri dinleyerek büyümüştür. Bu hikayeler onda; büyük engeller karşısında hayatta kalan, cesur, idealleştirilmiş bir insan imgesi yaratmıştır.
Ali Rıza, Mustafa 7-8 yaşlarındayken öldü. Zübeyde 30-31 yaşlarında dul kaldı. Mustafa'dan sonra doğurduğu iki kızı ve küçük bir emekli maaşı vardı ellerinde. Kızlarından Naciye, henüz 10'lu yaşlarında öldü. Ali Rıza ve Zübeyde'nin altı çocuğundan sadece ikisi, Mustafa ve Makbule yetişkinlik çağına gelebilecekti. Öncesi ve sonrasıyla Mustafa'nın doğduğu ev tam bir ölüm eviydi.
Bilinçdışı Fanteziler
Kronik yas içindeki bir anne tarafından yetiştirilmiş çocuklar kendi zekalarına, çevredeki etmenlere, iç dünyalarından gelen bilinçli ya da bilinçdışı duygu, düşünce ve fantezilere göre çocukluk travmalarına uyum sağlarlar ve çeşitli kişilik yapıları geliştirirler. Küçük çocuklar gerçek dünya da olup bitenlere anlam veremeyip, bu olayları iç dünyalarında ki istek ve korkularla karıştırırlar. Olayların nedenini arayan ve ortaya çıkan duygularla baş etmeyi sağlayan bir takım öykü geliştirirler. Bu öykü bilinçdışında kalır ve biz ona "Bilinçdışı fantezi" deriz. Bilinçdışı fantezi öyküsü mantıklı bir düşünce süreci içermez. Mustafa Kemal için bu "öykünün" varlığını ileride yaptıklarında, başkaları ile olan ilişkilerinde, söylediklerinde ve yazdıklarında yüzeye çıkan, tekrar eden bazı temalarda farketmek mümkündür.
Zübeyde Mustafa'ya karşı yeterli annelik yapamadığına dair bir endişe taşıması muhtemeldir. Bütün bunlara karşın Mustafa annesinden daha iyi annelik görebilmek için "bilinçdışında" onu kurtarabildiği, onarabildiği ve yasını ortadan kaldırabildiği görkemli bir fantezi kurmuştur. Bu kurtarıcı/onarıcılığa dayanan bilinçdışı fantezinin bir sonucu da onda bilinçdışı "ölümsüzlük" duygu ve düşüncesinin oluşmasıdır. Kendisi "ikame" çocuk olduğu için ölen kardeşlerini içinde "canlı" tutarak annesinin yasını giderecek, kendisi "ölümsüz" olursa annesini yas tutmaktan kurtaracaktı.
Bizim Mustafa Kemal Atatürk'de sık sık karşılaşacağımız tema da tam olarak budur. Kurtarıcı/onarıcı olmak. Mustafa yas tutan bir ülke içinde yaşıyordu. Hayatının sonraki dönemlerinde yas tutan annesi ve yas tutan milleti arasında psikolojik bir bağ kurdu. Yas tutmakta olan ülke, kronik yası olan annesini temsil ediyordu ve o, bütün erişkin yaşamı boyunca ülkeyi mutlu etmeye çalıştı. Serinin ilerleyen yazılarında da göreceğimiz üzere Mustafa'nın bilinçdışı fantezisinin onun milletini kurtaran ve onaran bir lider olmasında nasıl büyük bir rol oynadığını daha net göreceğiz.
Dipnot: Bu yazı Psikyatrist Vamık Volkan ve tarihçi Norman Itzkowıtz'un 7 yıl süren araştırma ve çalışmları sonucu yayımlanan Atatürk/Anatürk kitabının özeti mahiyetindedir. Okuma akışını bozmaması adına alıntılarla gösterilmesi tercih edilmemiştir. Kitabın ilk çıktığı 80'ler döneminde Türkiye'de yayımlanması yasaklanmıştır. Nedeni olarak o dönemin hakim olan politik görüşü sol anlayış olması itibariyle insanlardaki Atatürk imgesinin "normal insan" yönünde bir takım kırılmalar yaşatacağı düşüncesidir. Halbuki Atatürk'ü tanrı olarak görmektense onunda bir insan olduğunu düşünmek, yaptıklarının değeri daha da arttıracaktır. Serinin devam yazısında Mustafa'nın ergenlik ve ilk yetişkinlik dönemlerine ve sahip olduğu diğer psikolojik noktalara değinilecektir. Takipte kalınız.