TÜRK'ÜN GÖÇEBE RUHU-1 (Göçün Psikolojisi)

Burak Bayık

Türk çadırda doğar at üstünde ölür. Bir Türk dünyaya bedeldir. Ah şu çılgın Türkler. Gibi bir çok "Türk"lüğü övücü ya da yerici söz ile karşılaşmışızdır. Peki gerçekten de "biz neden böyleyiz?" Sorusuna göçebelik zamanlarımızdan kalma psikolojik izlerimize rastlayabileceğimizi söyleyen Erol Göka, Türk'ün Göçebe Ruhu'nda bunu temellendirmeye çalışmıstır. Gelin sizlerle bugün bile hala izlerini görebildiğimiz göçebelik zamanlarımızdan hangi davranışlarımız kalmış ona bakalım. 

TÜRK'ÜN GÖÇEBE RUHU-1 (Göçün Psikolojisi)

 Bugün yerleşik hayata geçmiş, şehir hayatı yaşayan biz Türklerin; göçebelik tarihi çok eski, yerleşik yaşama geçişi ise nispeten çok yenidir. Asırlar boyu o coğrafyadan bu coğrafyaya dolaşıp durmuş ve en sonunda 1071'de açılan Anadolu'nun kapıları bizim için kalıcı bir yurt  haline gelmiştir. Bugün tüm islamlaşma ve modernleşme çabalarına rağmen hala kollektif bilinçaltımızda göçebelik ruh hallerinin izleri görülebilmektedir. 


GÖÇÜN PSİKOLOJİSİ

Öncelikle insanoğlunun çevre psikolojisinden ve duygu aktarımından bahsetmekte yarar var. Doğumumuzdan başlayarak duygularımızı; kendi bedenimize, sevdiğimiz varlıklara, insanlara, eşyaya ve çevreye yatırırız. Artık ideallerimizi, özlemlerimizi, mutluluğumuzu bu duygusal aktarım şekillendirir. İnsan zaman ve mekan da var olur. İnsanın sahip olduğu kimlik olgusu, fiziksel mekanla ilişkisi içinden kavramsallaşmaya; kendileme, yer kimliği, mekan duygusu, köklülük, yere bağlılık gibi faktörlerle kaynaşarak insan da aidiyet duygusu oluşturur. İnsan evinde mutludur, çünkü evin de tamdır. Evi, mekanı yoksa hep bir eksiktir. Bir yere bağlanırız çünkü o yer bizi var eder, kimliğimizi oluşturur. "Benim" diyebildiğimiz, kişileşmiş,tanıdıklaşmış olmaları sebebiyle o yer ve eşyalar ile özdeşleşiriz. Evler " bireylerin kendi tutarlılıklarını, benlik saygılarını sürdürmeleri ve düzenleme yapabilmelerinde onlara yardımcı olan; düzenlenmiş ve temsil edilmiş yerlerdir  ve kimliğimizi onlarla tanımlarız"  diyor, Göka. (Göka,2019,137) Hayatımızın bir parçası haline gelmiş mekan, adeta ikinci bedenimiz haline gelir. 


Göçü yaşam tarzı olarak seçen insanlar ve topluluklar: psikolojilerini; doğada ki değişime, hayvanların ihtiyaçlarına, savaş koşullarına göre ayarlamışlardır ve bulunduğu coğrafyayı terk etmek için yeterince nedenleri vardır.  Bunun psikolojik sonuçları ise ağırdır. Kollektif (toplumsal) hafızada ki zihinsel ritimlerin bozulmasına sebebiyet verir. Yaşam tarzı olarak göç; köksüzlük ve belirsizlik anlamındadır. Sürekli değişen doğal mekan toplumsal belleği organize edememek ve koşullara tabi olmak demektir. Kısaca hüzündür, bunun yansıması. Günümüz göçmenlerinde görülen "sıla hasreti" yaşanır çünkü. Göç her yönüyle çok yönlü bir değişim gerektirir ve ortada bir kayıp söz konusudur. Bulunulan, özümsenen yer kaybedilmiştir ve her kayıp nesne bizi öncelikle onu yeniden elde etmek için şiddetli bir arzu ve özlemle doldurur. Buna bağlı olarak ruhsal düzeneklerimiz sarsılır, bunu kabullenemeyiz.

TÜRK'ÜN GÖÇEBE RUHU-1 (Göçün Psikolojisi)

Zihinde tasavvur edilen kayıp düşüncesi somut yaşam haline gelir. Göç sırasında ve devamında bu matem halinin etkileri açık ve net görülür. Göçün evreleri; hazırlık, göç, aşırı uyumsuzluk, dağılma, normal uyum süreçlerinden oluşur. Birey ve toplumun yeni yere adapte olamamasının temel nedeni, önceki yeri kaybetme matemini yaşıyor oluşudur. Göç sonrası ilk regresif tepkiler; gelinen yeri toptan red ve geldiği yere abartılı özlemdir. Bunun somut örneğini Almanya'yı 'yaşanılan yer değil çalışılan yer' olarak gören gurbetçi Türklerdir. Öyle ki orada bile Türk mahalleleri oluşturmaktan geri durmamışlardır. Tam tersi regresif tepkiler ise; kendinden nefret ve gelinen yeri aşırı idealleştirmedir. Yeni geldiği yerde çok çalışarak, hemen yükselmeye çalışılır. Bunun örneğini de Batılılaşma düşüncesiyle, geldiği yeri itibarsızlaştıran ve gittiği ülkedeki yaşam tarzını benimsemiş, diğer göçmenlerle tüm ilişki yollarını kesmiş kişilerde görülür."Ne yazık ki ne yaparsa yapsın onlardan biri olamayacağını bir gün acı bir şekilde fark eder." (Göka,2019,144)  


BİZİM GÖÇEBE RUH HALİMİZ

Göçebe ruh hali üzerine düşünen ilk düşünür, İbn-i Haldun'dur. O, bu topluluklarda ki bireylerin birbirine sıkı-sıkıya bağlı olduklarını gözlemlemiştir. Bu insanlar dışa karşı uyanık, içe karşı dayanışma içindedir. Göçebe insan rahatlığa ve bolluğa alışmadığı için kanaatkardır. Kabilenin çıkarlarını kendi çıkarlarından üstün tutar; egoist değil diğerlerini düşünür, yüreklidir. Türkler'in temel davranış özellikleriden; soy-boy tarzı örgütlenmeleri ve bundan kaynaklanan segmenter toplum yapısını, güçlü aile ve akrabalık bağlarına sahip olmaları ve savaşçılık özelliklerini  buradan kazandıkları düşünülmektedir.( Göka,2019,152) 

    

Doğanın, çevrenin, mekanın önemini bilen göçebe Türkler; "doğadaki her şeyin bir canı olduğunu düşünerek onları kutsallaştırmaya ve gök, toprak, rüzgar, su, ağaç, dağ orman gibi doğa güçleri etrafında kültler oluşturmak, onları Tanrılaştırmak; doğaya karşı saygı-korku karışımı bir duyguyla ilişki kurmaya yöneltmiştir."(Göka,2019,154) Bunun en bariz örneğini Türklerin en eski dini olarak Göktengri inancında açıkça görebiliriz. 


SOY-BOY TİPİ ÖRGÜTLENME VE İTAAT KÜLTÜRÜ  

TÜRK'ÜN GÖÇEBE RUHU-1 (Göçün Psikolojisi)

Atalar kültüyle geçmişini yaşatmanın ve atalarını anmanın gayesinde olan Türkler, atasını bilmeyene soysuz denmesi gibi  bu akrabalık ve soy bağını çok önemsediğini göstermiştir. Hemşericiliğin hoş karşılanması ve  biriyle ilk karşılaştığımızda "nerelisin, kimlerdensin" gibi soruların "boyun kim, kökün kim" gibi sorulardan evrildiği ve bunların soy-boy tipi örgütlenmenin ürünü olduğunu görebiliriz. Sıkı bir törensellik ve ritüel titizliğine sahip olmanın iki nedeni; itaat kültürü (onunda nedeni segmenter toplum yapısıdır)  ve potlaca dayanan toplumsal yapı (potlaca daha sonra değineceğiz). Kimin diz çökeceğinden,kimin bağdaş kuracağına, söz söyleme sırasınından küçüğün büyüğe tabi olmasına kadar (örneğin; su büyüğün yol küçüğün) belirleyen bu kusursuzluk arayışı kendini aile ve toplumsal hiyerarşide de göstermiştir. Tür Kültüründe 'ağabey, abla, amca, dayı, teyze, hala, yenge, enişte vb' her sosyal statü ve rolü ayrı ayrı isimlendirilmiş ve görevlendirmiştir.  Günümüz insanı bile bu isimlendirme ve davranış kalıplarından taviz vermemeye özen göstermektedir.(o senin yengen, yengen) (Göka,2019,159). Bizim "enişte, bacanak, kayınpeder" olarak ayrı ayrı isimlendirdiğimiz kavramlar için Almanca, İngilizce, Fransızca gibi dünya dillerinde tek bir isimlendirme olması, Türkler'de aile ve akrabalık ilişkilerinin ne kadar detaylı ve önemli olduğunu göstermektedir. Bu itaat kültürü ve otorite arayışının esamesini trafikde de görebiliriz. Trafikdeki otorite eksikliğini ve yayla da ata biner gibi arabaya binerek kural ihlali yapmakta beis görmeyen bir toplumun yansımasıdır, aceleci ve sabırsız oluşumuz.


Dipnot; Yazının ilk kısmında göçün psikolojisini, Türk toplumunda ki etki ve yansımalarını gördük. İkinci kısmında ise Türklerin göçe karşı psikolojik savunma  düzeneklerini ve yansımalarını ve genel toplum psikolojimizi göreceğiz. Bu toplumsal karakter özelliklerinin tamamiyle nedenlerinin göçe bağlanmadığını, küçük izahiyatların aktarılıp, okuyucunun aradaki bağlantıları farkedebileceğinin ayırdına varılması gerekmektedir. 


                                       KAYNAKÇA

Göka,E (2019),Türkün Göçebe Ruhu.(Birinci Baskı).İstanbul:Kapı Yayınları

Yorum Gönder

0Yorumlar
Yorum Gönder (0)