Neden toplumumuzda hep "ağzı af yapanlar sevilir"? Hatta "kerata" yakıştırması yapılır. Niye hikayeleri bu kadar seviyoruz? Hayatımızda bir yerlerde kendimizin ya da başkasının hikayesini anlatıp dururuz. Kafe veya kahvehaneler, kütüphanelere oranla neden daha çok doludur? Ve neden toplumumuzda felsefe tiye alınır? Erol Göka, Türk'ün Göçebe Ruhu'nda sözlü kültür ürünlerimizin bugünki yansımalarına, sohbet alışkanlıklarımızın nasıl olduğuna ve felsefi düşüncemize dair neler anlatıyor; gelin bakalım.
GÖÇEBELİĞİN SÖZLÜ KÜLTÜRDE Kİ YANSIMALARI
Bozkırda at ile haşır neşir olan Türk toplumu için atın önemi sözlü kültürde bile büyüktür.("At işler, er öğünür. At Türk'ün kanadıdır. Ata kuyruk, yiğide bıyık yakışır. Atı kuyruklu olanın sözü buyruklu olur. At izi it izine karışmak. Vs. ") Hatta günümüz Türkçe'sinde bile"-at" ve ekseriyetinde "-et" eksenli bir çok sözcüğe rastlarız. Bunun yanında göçebe Türklerde koçun savaşçılıkla ve erkekliği öne çıkaran bağlantısını açıkça "koçum benim" sözünde görebiliriz "Hareketin önemli olduğunu belirttiğimiz Göçebe Türk'de "yap, vur, kır, eyle, gel, git" gibi kesin hareket bildiren sözcüklere rastlarız."(Göka,2019,108) Türklerde tarla kelimesinin de tarımda ilk kullanılan tahılın "darı" olduğu için, oradan evrildiği düşünülmektedir. Göçebe yaşantı da yeni yurdunda garip hisseden Türkler'in sözlü yaşantısında önemli bir kelimedir. "Osman Gazi bile, kendisine Bilecik kafirlerinin senin katında hürmeti var, nedendir diye sorulduğunda, 'konşılarımızdır. Biz geldükte bu vilayete garib. Onlar bizi hoş dutdılar.' der.(Göka,2019,105) Ev kurma, yuva kurma konusunda çadır odaklı bir anlayışın hakim olduğunu; "evi yalnız bırakmayalım" sözlerinin de göçbe zamanlarımızdan çadırı yalnız bırakmak istemeyen atalarımızdan kaldığını görebiliriz.Sohbet kültürümüzde görülen; sohbetlerin ana konusunun neden gezdiğin gördüğün mekanlar olduğunu da göçebeliğimizle ilişkilendirebiliriz. ("Yediğin içtiğin senin olsun, bize gezip gördüğün yerleri anlat")
GÖÇEBE TÜRK'ÜN ZİHNİ
Sözler, söz sanatları bir Türk toplumu için vazgeçilmez olmuştur. Zekasını veciz, deyim , atasözü bulmakta ustlaştırmıştır. Türkler günümüzde yüksek oranda okuma-yazma bilse de sözlü kültürde görülebilecek zihinsel işleyişe sahiptir. "McLuhan'ın çalışmaları okuryazar olanlar ve olmayanların zihinsel yapılarına dair değerlendirme yapmıştır. Okuryazarlık, insanlara bir imgenin biraz önüne odaklanma gücü verir, böylece imge ya da resmin bütününü bir bakışta görebiliriz. Okur yazar olmayan insanlarda böyle bir meziyet yoktur. Nesne ve imgeleri parça parça bütünleme eğilimindedirler ve nesneden ayrılmış bir bakış açıları yoktur. Empatik bir şekilde nesneye dahil olurlar. Toplumumuzdaki insan-eşya ilişkileri büyük ölçüde buna dahildir."(Göka,2019,198) Bunu kısmi ölçüde birinin kendini tanıtırken kullandığı cümlelerde de görebiliriz. Nasıl birisiniz diye sorulduğunda; soyut kelimeler yerine,"şuralıyım, burada doğdum,şu kadar çocuğum var, şu işle meşgulüm" gibi daha somut cevaplar verecektir. İlk sorulan sorulardan biri de "nerelisin, kimlerdensin" olma nedenleri de, somut cevaplar arayışında olma eğilimimizdendir. Yani sözde; nesneyi (somut olanı) ararız.
Sözlü kültürde en büyük zihniyet yapılarından bir diğerinin ise ahlak anlayışının otoriteyle ilişkilendirilmesi olduğunu söylüyor, Göka. "Yazılı kültürde ahlak ve otorite içselleşmiş halde bulunurken, sözlü kültürde dışadönüklük (somutluk) belirleyici olduğundan insanlar içlerine dönüp, söyledikleinin ve yaptıklarının etkilerine bakmazlar. Dolayısıyla suçluluk ve pişmanlık duygularına yabancıdırlar."(Göka,2019,198) Göçebe mekana karşı iğreti duyduğu için, şimdiye odaklıdır. O yüzden eylemleri yapılır yapılmaz kaybolduğu için; okuryazar bireydeki içsel vicdan yerine, dışsal harici vicdan bulunur. Olayların sonucunu veya öncesini kendi içinde hesaplamaz, örf ve adetlere itimat ederek otoriteye hizmet ettiğini düşünür. (Bundandır ki kamerasız yerde kırmızı ışıkta geçmek, herhangi ceza verici bir etkenin eksikliğinde illegal olanı yapmanın hak olduğunu düşümek ya da bu ince çizgi de bocalamak, yapma eğiliminde kalmak)
EĞLENCE KÜLTÜRÜNDE Kİ YANSIMALRI
Göçebe romantizmine göre Türk, görmeden de, okumadan da sevebilendir diyor Göka ve ekliyor; "Türk Müslamanlığı aşk temelinde gelişecek; çoğu arapçayı dahi bilmeyen halk, Kutsal kitabı anlmayacak ama Hz. Muhammed'in adı geçtiğnde içi titreyecek; eli göğsünde göz yaşı dökecektir."(Göka,2019,209) Gerçekten de deli gibi sevmek ruhumuzda var. Yunus Emrelerin, Karacaoğlanların, Köroğulların sözleri, şiirleri ona o yüzden de hep "dokunaklı" gelmiştir, ki bugün bile hala etkisini korumaktadır.
SÖZLÜ KÜLTÜRÜN OLUMSUZ TARAFI
Tabi bu sözlü kültür alışkanlığının olumsuz tarafları da vardır. Topluluğun var kalma; özgün uygarlığını oluşturma noktalarında da zaaflara yol açtığını söylüyor Göka. Örneğin yazılı kültürde geri kalmış Türkler için Cahen; "Fetihleri siz yapın ama tarihinizi başkaları yazsın" der. (Batılı tarih araştırmacısı Assman'ın Türkler hakkında notlarından; 'Kısa sürede Çin'i fetheden yabancılar, kendi köklerini unutarak, Çinliler'den daha çok Çinlileşti' diyor.) Bu bizde özbenliğini koruyamama sorunu doğurmuş olabilir. Tabiki de geleneklere bağlı kalma fikri bizi ilerletti, ancak bazı dönüm noktalarında da modern uygarlık ürünlerini ödünç almaktan geri durmadık ve öz benliğimizdeki dış katmanlar değişime ve dönüşüme uğradı. Bu daha sonra ilerleyerek devam etti. Ve devamında öz felsefi düşünceden yoksun olduğumuzu dile getirir Göka.
Göçebe ihtiyacı olan felsefi düşünceyi üretemez, çünkü "felsefi düşünce için durmak, nesnel dünya ve kendi üzerine düşüncelere dalarak saptananları soyut kategoriler halinde belleğe ve yazıya kaydetmek gerekir. Bedeni sürekli yer değiştiren göçebe; sözdeki kalıp kelimelere yaslanıp kaldığı için, felsefi düşünceye değil göç ihtiyacını engellemeye çalışır."(Göka,2019,217) Göçebe şu ana çakılıdır ve onu düşünür. Onun için en büyük problem şuan ne yapılması gerektiğidir. Bu bizi pratik alanda geliştirmiştir. "Devlet kurma beceriside bu pratik aklın ürünüdür." Ancak bilim üretme konusundaki başarılarımızı; kişisel yeteneklerle ön plana çıkarabilmişiz. Farabi, İbni Sina, Harezmi gibi öncü isimler de etnik kökeniyle değil, İslam coğrafyası altında ele alınır. Bu acı tablo; salt söze dayalı kültürde ki "ezbere dayalı"eğitim sisteminde de görülür. Ayaklı kütüphane; her önüne koyulan kitabı silip süpüren ancak onlardan edimsel, yoğurulmuş ya da yeni ham bilgiler çıkaramayan insanları anlatır. "Bugün hala göçebe sözlü-kültür özellikleri taşıyorsak, geçip geldiğimiz bu yollardandır. Bize düşen burada, bu özelliklerimiz üzerinde düşünmek ve analiz etmektir." diyor Göka.(Göka,2019,220)
Bu bölümde göçebelik zamanlarımızdan sözlü kültüre dair örnekleriyle beraber,zihin yapımıza ve nedenlerine dair incelemeler de bulunduk. Serinin son yazısında ise göçebelikle nispeten daha az ilgisi olan; Potlaç kültürüne (ziyafet verme, ağalık) ve yansımalarına bakacağız.
KAYNAKÇA
- Göka,E (2019),Türkün Göçebe Ruhu.(Birinci Baskı).İstanbul:Kapı Yayınları