Hiç dinin bir ihtiyaç olabileceğini düşündünüz mü? Ya da bir ateistin, ateist olma yolundaki bazı zihinsel adımları nasıl olur? Dini; politik bağlamın dışında, mantık ekseriyetinde ne olduğunu anlamaya çalıştınız mı? Pratik din ile hümanist ateizmin nasıl birbirini bulacağını merak ediyorsanız; gelin sizlerle Teolog Antoine Vergote'nin Ateizmin Psikolojisi bize hangi açıklamaları yapıyor, ona bakalım.
ATEİZM; GİZLİ DİN VE İHTİYAÇ OLARAK DİN
Tanrıtanımaz bireyin psikolojik incelemesinde; kişinin tanrısız hayatın mümkün olduğunu ancak ortadan kaldırdığı din ve hayatına müdahale eden pratik alanları nasıl doldurduğuna, ateizmin gizli bir din olması seçeneğine bakacağız.
Ateizmi; pratik yaşamda her hangi dini içeriğe sahip olmayan bir yaşam stili olarak düşündüğümüzde, birey de zamanla teistik inançların oluşabileceği kanaatine varırız. Kişi dinden ilk uzaklaşma sekansında muhtemel kapıldığı nihilist ataklarla başetmenin yolu olarak yeni inançlar sistemi yaratma yolu gütmesi aşikardır. Ve "sanki ondan sonra bütün değerler birbirinin yerine geçebilir hale gelir."(Vergote,1991,3)
"2 bin yıldır hristiyan inançların kendilerinin ispatını yapacak zamanı vardı"(Vergote,1991,1) lakin birey endüstirileşmiş modern hayatın pratik manevi doyumu sağlaması konusunda boşluklar doğuran dine karşı zamanında Freud'un psikanalizle kurtaracak bilimsel bir yeni dini sözkonusu iken, değer karmaşası yaratıldı ve sufiliğe bürünen Frued; havari havası yarattığı ilk öğrencilerinden istediği katı "insanlığa hizmet" mottosu, pratik sonuçların yanında bilimsellikten uzaklaşması güvenilirliğini azalttı. Vertego "ateizm kaçış dinidir"(Vergote,1991,4) şeklinde ateizmin, insanlığın tanrıdan insana veya insanlığa gerçekleşen bu kaçışta; insanın asıl gizil güçlerine kavuşturacağını söyler. Ve Vertego, "din insanı meydana getiren şeyleri öylece üstüne almadır ve din dışı her şey; bilinçdışı güçlerle karşılaşmanın kılık değiştirmesi" olacağını söyler.(Vergote,1991,5) Jung'un dini tanım için kullandığı; kollektif bilinçaltında mevcut olan arketipleri destekleyen din tanımından uzaklaşır ve basite indirger.
Bilinçdışı karşılaşılan güçlere örnek olarak ölümün dehşeti verilebilir. İnsan doğası gereği bilinçli bir varlık olarak ölüm ve ölecek olma bilinci; büyük kaygı uyandırmıştır ki, bilincin sembolik dünya da zamanını geçirecek ve kendisinden daha büyük bir "şeye" bağlanması, onu ve onun vaadettiklerine karşı bilinçsiz hale getirecektir. İnsanın gerçeği olduğu gibi sindirmesi imkansızdır. Her zaman bir anlatım gereklidir ve bireyin subjektifliği, onu taraf tutmaya iter veya var olan gizil kodları benimseme taraftarı olur.
Bu noktada ihtiyaçlar ve eğilimlerden bahsetmekte yarar var. Ateist bir birey için bu kutsal inanç bir yanılsamanın ürünüdür. Birey gerçekliği yanlış yorumlamaya müsaittir ve ihtiyaçları doğrultusunda bahşettiği güç unsuru, onun için kadiri mutlak olabilir. Gerçekte sorulması gereken; insanın mutlak ihtiyacı, doğası gereği din midir? Vergote, bunun cevabının duygulanımın (dini deneyim) elde edilmesi olduğunu söyler ve "ateistler de kendi dini ihtiyaçlarını insani bir konuya kanalize ettiğini" söyler.(Vergote,1991,7) Bireyde ki inanma ve duygulanım ihtiyacı cevabı, kişi için kaçınılmazdır ve insan doğası için gerekliliği söz konusudur.
Aşk, bilim, sanat ve sosyal fedakarlık eskiden dini hikayelerde kendisini bulur iken; rönesans, modernite ve endüstirileşmeyle beraber; Jack ile Rose'un aşkı konuşulur oldu. Genç Werther'in acıları insanların içini yaktı, İsa'nın çarmıha gerilmesi değil. Bireyler kendi anlamlarını var edebilecekelrini sanat ile farketti. Artık Tanrı figürü, baba figürüne yaklaştı ve en sonunda "puff." Artık korkunun eski halinden eser kalmamış. Birey tabulaştırılmış gerçeklerde sürüklendiğini; modern, endüstiriyel yoğunluk, sektörleri yaratmasıyla insan algısı daha dolu hale geldi ve imgelerdeki fantastik hikayeler, dini çoşkuyu barındırmaz oldu.
Stalin; halk arasında her şeye gücü yeten baba figürü olmuştu, Rönesans aklın tahta çıkışının hikayesiydi. Ve bunlar; insanlarda sembolik güce yansıtılan sevgiden çok uzaktı. İnsan gittikçe imgesinden uzaklaşan "diğer dünya" vaadine tutunamamaya başladı. Bu dünya gerçekçiydi ve sektörler geliştikçe onların en çok ihtiyaç duyduğu şeye hitap etti. Kendi kendine yetebilme arzusu. Bu bireyde öylesine büyük mutluluk uyandırdı ki; insan kendisini tanrı-insanlaştırdı. Vergote buna "güç ve kudret umudunun canlanması" der(Vergote,1991,8) ve dinle ilgili ikinci soruyu sormanın zamanı gelmiştir. Din insanı kendi hakiki imkanlarından yabancılaştıran unsur mu?
İnsanın mutluluk projesini ikame edebilmesi için iki şeye ihtiyacı vardı. İlki kendi düşünce sınırlarından uzaklaşmak için dogmatik değerleri yok etmesi ve bu kanalizasyon için kendi ölümsüzlük projesini var edebilmesiydi. Hümanist ateizm bu iki soruyu da yanıtlamış ve insanın içindeki güce ithafen bir değerler silsilesi oluşturmuştu. Bu noktada bazı gerçekleri ayırt edebilmemiz gerekiyor. Ölümsüzlük projesi için amaç "gelecekte gerçekleştirilecek değerlerin içinde kendini yaşatmak ise" diyor Vergote; bunun tanrısız mistik bir anlayış olacağını söylüyor.(Vergote,1991,9) Kendi projesini insan için ve insan vasıtasıyla yapmak demek, dinin de yapmak istediği şeyi açığa çıkaryor demektir. (en azından pratik dinin) Zaten din de bu değilmi? İnsanı belirgin kutsiyetiyle, aşkın bir varlığa dönüştürme gayesi?
Buraya kadar ateizmin; psikolojik mantık ekseriyetinde bazı donelerle, anlaşılabilir olma amacı güdülmüştür. Yazının 2. kısmında; ateizmde içine sürüklenilen psikolojik süreçlere değineceğiz.